Şimdi mesela başlıkta söylendi ve bitti gibi her şey. Yine de bir bakalım neler eklenebilir. (not; yazarken düşünmek ve düşündüğünü de eşzamanlı aktarıyor olmak epey keyifli) şöyle ki, nefes almaktan başlayacak olursak hani, o kadar içimizdedir ki en az dışımızda olduğu kadar. Buradan yazmaya nasıl bağlayacağımı da yine hali hazırda düşünerek yazmaktayken bulacağım sanıyorum. Aklıma şu geliyor; yazabileceğim olası şeyler dışarımda bir yerlerdeyken nefes alırcasına bunları içimde değiştiriyor, dönüştürüyor ve benle olan etkileşimin ardından malzemeyi ete kemiğe büründürüyorum. Buraya kadar hoş. Bundan sonrasında başlığa tekrar bir el atmak gerekiyor sanki. Ne diyelim; yazmak aldığı nefesi dönüştürmekle kendinden dışa atmak ancak attığı kadarıyla bir miktarını da içinde tutmayı sürdürmektir. Başlık olamayacak kadar uzun olduğu için burada paragrafın içinde saklanıversin.
Neyse, yazmayı o kadar çok seviyorum ki, yazmak üzerine bir şeyler yazmak kaçınılmazdı benim adıma. Zihnime gelenlerden sindirip, dönüştürüp dilime dökülenler ise bunlar oldu…
Hayatın anlamsızlığı üzerine derinlemesine düşünecek değildi, üzerinde düşünmeye yetecek enerjisi kalmamıştı çünkü deneyimlemekten ötürü. Hem kime nasıl izah etsindi? Bazen kelimeler öyle bir kurutuyor ki yaşanılanı anlaşılmamış hissetmek kaçınılmaz oluyor.
Yine de denemeye değer diye düşünmüş olacak ki karşısına ilk rastgelene anlatmak üzere toparlamaya çalışıyordu cümlelerini. Çünkü bir yığınmışçasına taşımakta oldukları bir kısmı dahi olsa bir şekilde kendinden çıksın, uzaklaşsın istiyordu.
Buydu umudu, bir nebze nefes alabilmekti nice darlığının arasında. Usulca ve her zamanki naif haliyle kendinden daha dertli olduğunu ispatlamaya gayretli kardeşinin lafını böldü.
‘ben,’ dedi, ‘zorlanıyorum’
Sonra düğümleniverdi boğazı. Bedeni ne yapmaktasın dercesine tepki vermeye hazırlanıyordu sanki. Kardeşi bir anlığına ilgisini yöneltmiş olduysa da devamının gelmemesini fırsat bilerek kendi dertlerinden kesitler sunmaya devam etti.
Anlaşılamaması anlatamamasındandı belki, böyle düşünerek okları kendine çevirmekte epey maharetliydi. Halbuki empatik bir duruş olsaydı karşısında yakalardı hissiyatlarını kolaylıkla. O zaman empatiyle yol alabilir ve kendinden bir parça bahsedebilirdi. Bahsedebilse, şunları derdi;
-boğuluyor gibi oluyorum. Sanki her an başıma bir şey gelebilir ve dımdızlak ortada kalabilirim. Mesela kurulu düzenimi her an bozmak durumunda olabilirim. Bilemiyorum şu an işler yolunda gibi görünse de ruhumda hep bir göçebenin endişelerini taşıyorum adeta. Kurulu bir düzen fikri hem sıcak hem de dondurucu derecede soğuk gelebiliyor aynı anda. Sıcaklığı hayatımda sahiden sadece bunu istemekten, soğukluğu ise bunu bir tehdit hissi olmadan sağlayamayacağımı bildiğimden. Kökler… kök salamamış olmamdan mıdır bu? Bir yere ait hissetme arzusuyla yanıp tutuşurken her bağlanmakta olduğumdan kaçma isteğim nedendir? Canım çok sıkkın, anlamlandıramadıklarımla dolu dünyam, ayrılmak istediğim bir yerde yaşama mahkum olmanın ağırlığı da vardır sanıyorum üzerimde…
Kardeşi kendi dünyasında oyalanırken o kendine bunları anlatabilmişti neyse ki, sonra şey oldu, o gün bitti. Uyuyunca bitti. Uyanınca yeniden başlayacağını bilerek bitmekte olana odaklanmayı tercih etti. Uykunun ta diplerine sığınmak istercesine gözlerini kapadı.
Güncelleme tarihi: 1 Eki 2022
Dinginlik üzerine yazmaktayken kendimi yokluyorum, acaba üzerine yazacağım şey üzerimde mi diye. Bedensel duyumlarımı takip ediyorum, kollarımda tatlı bir ağrı, karnımda biraz ağırlık ve de genel anlamda hoş bir hafiflik var. Eşlik eden aktif bir duygu ise bulamıyorum. Öyleyse dingin miyim?
Bedenim her ne kadar ruhumdan izler taşısa da sanki aradığım şey için başka yerlere de bakmam gerek. Mesela davranışım -şu an için yazmak eylemi- düşüncelerim -konuya ilişkin bana eşlik edenler- ve de duygularım -yazmakta olduklarıma ilişkin hissiyatlarım- birbiri ile tutarlı mı?
Tutarlı olduğunu varsayarak devam ediyorum. Yine de bir şey var, aradığımdan mıdır nedir bulacağım sanki. Adına içsel çatışma dedikleri dingin görünümü her an tehdit eden bir şey. Genel bir huzursuzluk hali ile bağlantısı olan şey.
Varlığı orada, etkisi ise şimdi ve burada.
Pozitif psikoterapi eğitimi almaktayken çok sevgili hocam kahvenin telveleri meselesinden bahsetmişti. Kahvenin köpük köpük yumuşak görüntüsünde bir dinginlik sezebiliriz. Bir alt katmanda huzurlu gibi görünür, kendi akışında sıvı bir kıvam. Bir de altta telveleri vardır, çökmüş, durağan ve de yığın halindedir. Dibe çökmüş bu telvelere içsel çatışma diyelim, elimize bir çay kaşığı alıp kahveyi karıştırmakla bu telveler suyu kaplar ve dolanır durur. İçsel çatışma aktiflenir, dinginliğe bir kaos eklenir. Bu durumda çatışmayı tetikleyen kaşığı ise gündelik hayatta başımıza gelen ve bizi tetikleyen uyaranlar-yaşantılar olarak adlandırabiliriz.
Öyleyse, dinginliği alttaki telvelerle birlikte değerlendirmekte fayda var.
Çözülmeyi bekleyen dibe itilmiş birtakım yaşantılar eşliğinde sürdürmekteyim yaşantımı. Bu yaşantıların gündelik hayatıma tat verdiği de düşünülebilse de kattığı acı belki daha baskın çıkıyor.
Bu metaforu sevmiştim çünkü katman katman oluşumuza dikkatimizi çekiyor. Bazen öyleyiz bazen de böyle, etkilendiklerimizin eşliğinde değişiyor ve çözümledikçe dönüşüyoruz. Hayatımızı alt üst eden çay kaşıkları telveleri yukarı taşıyor, böylece telvelere ulaşmak ve onları yakalamak adına bir fırsat doğuyor.
Mümkün mü çay kaşıklarına teşekkür etmek?